Dünya babanın kaybedildiği gün başlar

Hasan Ali Toptaş Fotoğraf: Sebati Karakurt

 

Başlı başına bir iyilik, merhamet ve fedakarlık romanı diyeceğim ‘Kuşlar Yasına Gider’ için. Tam tamına, üstüne basa basa ve özellikle böyle tanımlayacağım onu. Hatta yepyeni bir sosyal ve insanlık gerçekliği yarattığını söyleyeceğim. Kendi türüne, roman sanatının ana aksına bağlı kalmak, dönüp dolanıp oraya bağlanmak şartıyla, folklor, masal, türkü, şiir ve sinema gibi yan alanlara saptığını, onlardan imkân devşirdiğini, fantastik anlatıya yer yer göz kırptığını da unutmayacağım. Fakat sonuçta, fikrim değişmeyecek, tertemiz, aksaksız ve berrak bir Türkçe ile, günün edebiyat ortamına sunulmuş alternatif bir öz yöntem olarak parladığını iddia edeceğim.
Denizli ve Ankara arasında bir baba ile oğul arasında akan roman, uğradığı ve geçtiği yan konaklarla da bir kültürel ve sosyal coğrafya iklimi çiziyor bize. Ne var ki, bu coğrafya görülüp geçilmiş değil neredeyse her menziliyle duyulup yaşanmış olmasıyla canımıza dokunur. Mola yerleri, yokuş ve rampaları, karlı geçitleri, mevsimlere göre değişen renk ve alacalarıyla kahramanların canı, kanı olurlar. İki insan arasında ana anlatı dokunup dururken, anılar, hatırlayışlar, rüyalar ve gelip gitmeler yanında, dinlenen türküler, susuşlar ve kesik ve keskin sorularla örülür, kazılır, kabartılır, yeşertilir. Mekanları bazen o denli gerçeğe bağlı kalarak verir ki yazar, dileyen eline bir harita alarak romanın menzillerinde dolaşabilir, baştan sona bir türkü repertuarı bütünlüğü de taşıyan havasıyla kültürel yolculuğa çıkabilir. Lakin, bütün bunlar, ayrıntılar, sayılıp dökülenler, duruşlar ve kalkışlar, ana kurguyu aksatmaz, ona yapışıp lekelemez.
Hayatta yitiklerin, yitirmişlerin, bu insanlık anlayışıyla hep yitirmeye yazgılı olanların romanı ayrıca ‘Kuşlar Yasına Gider’. Hasan Ali Toptaş bir hesaplama, hesaplaşma, çarpma ve çarpıştırma havasıyla değil, okurdan zerre miktar duygusal destek beklemeden, romanın genel havasına kendiliğinden yayılan merhamet ve inceliği yıpratmadan yapıyor bunu. Kendi tutkusunun kurbanı olmuş Aziz bey bir süre sonra herkesin babasına dönüşüyor. Baba-oğul arasındaki duygu ve ataerkil gidiş gelişler, herhangi bir felsefi veya psikolojik kaba daldırılmadan, ailenin o gergin ama anlaşılabilir yayımı içinde karakterleştiriliyor. Tabiat, özellikle tabiat ayrıca özneleştiriliyor. Kesilmesi son ana kadar ertelenen erik ve asma sembolik bir tabiat kişiliği mesela. Ayrıca tabiat geçişlerini rüya yanında sinematografik algıyla duyuruyor yazar. Pek az yazarda bulunan bir doğal sine-göz durumu bu.
Bir yönü daha var romanın, kendi zihni tamamen kentli bir bireyin, baba ocağı taşraya dönüşlerinde, artık hayat kadar dilin kullanımından düşmüş kimi kelime ve deyimleri kayıt altına alması ve onları ölümden kurtarması. Bu gözle okunduğunda, dil ve nostalji ideolojisinden uzak, kendi anısına bağlı bir kültürel tutumla özleşiriz. İyi olanda ısrardır bu romanı kuran düşünce. ‘Dantel ipliğine benzeyen incecik’ bir sesle konuşan yan kişilikler, kaybettiği atına duyduğu özlemi cep telefonunun sesine yükleyen her zaman tuhaf taşralılar ve ‘Hırs atına binenler, çoğu kez ne vakit düştüklerini anlayamazlar’ diyebilen halk filozofu bir baba, eşinin koruyucu-eleştirmeni anne, hasta için seferber olan akrabalar, ikide bir beliren beyaz gömlekli hayal çocuk ve yol boyunca belirip sonsuzca koşan beyaz at… Yoksulluğun içinde şafaktan yakut koparırcasına şen ve neşeli Romanlar…
Ve ‘Babalar, alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır’ der bir yerde, bir iç ses. Hayır, hayır, dünya bir babanın kaybedildiği gün başlar. Kuşlar Yasına Gider, bunu der, bunu anlatır.

KUŞLAR YASINA GİDER
Hasan Ali Toptaş
Everest Yayınları, 2016
248 sayfa, 18 TL.