Hasan Ali Toptaş, ‘Heba’ romanından başlayıp ‘Kuşlar Yasına Gider’ adlı son romanına varana değin yazarlık serüveninde yeni bir dönemin ipuçlarını vermişti belki de. Toptaş, ‘Heba’da kısmen, ‘Kuşlar Yasına Gider’de ise neredeyse bütünüyle yaptığı yeni bir tercihin, belki de bir tür yeni imkânın peşindeydi bir bakıma. Çoğunlukla belirsizliğin, bu belirsizlikle eşdeğer bir dilsel tercihin, okurunu çoğu kez bir tür daire içinde büyüleyen bir yapının öne çıktığı ilk dönem romanlarından farklı olarak, kendi metnine dair birtakım hususları dibe çektiği, hikâyesini daha görünür bir çerçeveye taşıdığı, bununla bağlantılı olarak dilin de biraz daha ferahladığı yeni bir dönemin haberini veriyordu kanımca. Çoğu yazar için netameli olan, eski okurlarını büsbütün yitirme tehlikesini de içeren bu geçiş döneminin Toptaş okurları için hayli keyifle karşılandığı ise aşikâr. Bu yeni dönemin ilk yapıtı olan ‘Kuşlar Yasına Gider’, Toptaş’ın en çok ilgi gören romanı oldu.
Yıl içinde yayımlanan bu romandan hemen sonra Hasan Ali Toptaş’tan yeni bir kitap daha okumak, yazarın bir yıla iki kitap sığdırması herkes için sürpriz oldu sanırım. Ama bu sefer roman değil, bir öykü kitabıyla karşımızda Toptaş. Daha önce yazarın ‘Gölgesizler’ romanını sinemaya uyarlayan Ümit Ünal’ın desenleriyle yayımlanan beş öykülük ‘Gecenin Gecesi’, bir yandan Toptaş öykücülüğüne dair önemli veriler sunarken diğer yandan yazarın bundan sonraki yapıtlarına da ışık tutacak nitelikte.

BÜYÜLÜ VE İRONİK…
Büyülü, büyülü olduğu kadar ironik, sanki zamanı belirsiz bir çocukluğa ve eve adanan, çoğunlukla acıya ve dilin büyüsüne yaslanan bir kitap ‘Gecenin Gecesi’. Toptaş’ın, okurunu hayli etkili bir sarmalın içine hapsettiği dili de işlediği temalar da nerdeyse her öykünün başı ve sonunda beliren o büyülü sahneler de onun yazarlığının doruk noktaları adeta. Özellikle öykülerin girişiyle finali arasındaki bölümlerde, yazarın bu yeni dönemine ait izler bulmak mümkün. Başladığı gibi bitmeyen, bittiğini sandığınız anda sizi yepyeni bir sarmalın kollarına savuran, başladığınız noktaya yeniden döndüren, okurunu muhakkak büyülü bir sahneye çeken öyküler var ‘Gecenin Gecesi’nde.

Kitapta Ümit Ünal’ın desenleri yer alıyor.

Kitaptaki ilk öykü, ‘Yatak’ gerek dili gerekse de kurgusu yönüyle kitaptaki diğer öykülerden farklı bir noktada duruyor. Bir yer yatağı imgesinden yola çıkarak bir yandan çok etkili bir atmosfer kuruyor Toptaş, diğer yandan da kökleri çocukta ve evde olan bir tür “dünyada bulunuşunu” anlamlandırma çabasına soyunuyor. Ama bu çabaya soyunurken, sadece içi yün dolu bir yer yatağını sırtlayıp sokak sokak gezmiyor da, onu çepeçevre saran dünyanın, geride kalan insanların yükünü de sırtlıyor bir bakıma. Onlara layık bir dille yapıyor bunu üstelik. Yatağını “ip kelimesine benzeyen bir iple sıkıca bağlayarak”. Öte yandan, yazarın bütün yapıtlarına girip çıkan kahramanlarına, geride kalmış ama hatırdan çıkmayan, ‘onlar’ dediği insanlarına bir tür vefa niteliğinde bu öykü: “Onlar dediğim insanlar artık çok uzaktalar çünkü; en az binlerce yıl kadar, binlerce ömür kadar, binlerce aşk kadar uzaktalar. Öyle ki, hepi topu iki heceden oluşan adlarını hatırlamak bile bazen bana bir dağı alıp kilometrelerce öteye taşımak kadar zor geliyor.”

YENİ ANLATIM OLANAKLARI…
‘Yatak’ gibi anlamını yine derinlerde, uzun cümleler ve çok etkili tasvirlerde saklayan bir öyküden sonra, anlamını biraz daha yüzeyde tuttuğunu sandığımız ama aslında yeni anlatım olanaklarını deneyen öykülerle karşılaşıyoruz ‘Gecenin Gecesi’nde. Kitaptaki en etkili öykülerden biri olan ‘Veysel’in Kanatları’nda, yazar, bir köy-kasaba kahvehanesinde gizli kapaklı oynanan bir kumar sahnesine çekiyor okurunu. Bu kahvehanede ocakçılık yapan bir çocuğun gözünden anlatılan hikâye, bir kumar masasında her şeyini yavaş yavaş kaybeden bir adamı konu ediniyor. Okur, bütün parasını kaybedip kahvehanede uyuyakalan bu kahramana üzülürken, sahneye birdenbire başka bir kahraman dahil oluyor. Böylece, birine odaklanmak yerine, sıkıntısını kahvehanedeki herkese eşit derecede pay eden yepyeni bir sahne kuruyor yazar. Toptaş, okuruna, “Yeter artık, oynama!” dedirtecek türden bir kumar sahnesi kurduktan sonra sıra öykünün finaline geliyor. Varını yoğunu bu kumar masasında kaybeden kahramanımız şimdi ne yapacaktır? Öylece çıkıp gidecek ya da oyun arkadaşını mı öldürecektir? Ama sadık Toptaş okurları bilir ki, bu öykü hiçbir zaman sıradan bir şekilde sona ermeyecektir. Nitekim çok büyülü bir olayla kapanan ‘Veysel’in Kanatları’ geride kolay kolay unutulmayacak bir öykü de bırakıyor. Keza, aynı yapı yazarın ‘Fotoğraf’ adlı öyküsünde de karşımıza çıkıyor. Okurunu eski bir resim öğretmeninin dedesinin fotoğrafını arayan bir grup adamın arasına katan Toptaş, fotoğraf yerine bambaşka bir sahneye taşıyor okurunu. Öykünün sonunda, hâlâ hayatta olan, ölecekleri tarihleri bildiklerini iddia eden kasabalıların mezar taşlarını yapan bir adamın garip ve etkileyici hikâyesi çıkıyor karşımıza.
‘Gecenin Gecesi’, benzersiz tasvirler, Türkçeye kazandırdığı yeni sözcükler ve anlatım olanakları, hem yüzeyde hem de derinde tutulan hikâyelerle, edebiyata öyküyle başlamış Hasan Ali Toptaş’ın hem öykü türüne, hem dile hem de eve ve geçmişe bir selamı niteliğinde.

GECENİN GECESİ  Öyküye, dile ve eve adanan...
Hasan Ali Toptaş
Everest Yayınları, 2017
84 sayfa, 15 TL.

Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/oykuye-dile-ve-eve-adanan-40631920