Oturmuş, Heba’nın en uzun bölümü olan Sınır’ı yazıyordum. Sivrisineklerle bitlerin istilası altında sürüp giden Suriye sınırındaki o şiddet dolu, sefil hayat başlamıştı artık; askerler badem ağacına astıkları aynalarda tıraş oluyor, tenekelerde ısıttıkları suları alıp tahta tuvaletlerde banyo ediyor, banyo esnasında boş konserve kutularını tas olarak kullanıyor, güneş batarken de ceplerine birer parça bayat ekmek koyarak, kaşına kaşına tel örgünün dibine nöbete gidiyorlardı. Kuyulardaki yılan tıslamalarıyla kurbağa seslerinin arasından çektikleri, yosun kokulu, yaşlı sular oluyordu mataralarında. Yüreklerinde de, acaba bu gece müsademe çıkar mı, vurulur muyum korkusu oluyordu.
Derken gecelerden bir gece, Mezartepe Karakolu’nun mıntıkasında askerlerle kaçakçılar arasında müsademe çıktı. At kişnemeleri ve silah sesleriyle birlikte acı acı, çeşitli haykırışlar da yankılanmaya başladı karanlığın içinde. Ben de müsademeyi kelimelerle resmederken, onun en şiddetli anında, önümdeki kâğıda şu cümleyi yazdım; “Sadece Suriye topraklarından değil, belki yedi sekiz Kalaşnikofla Türkiye tarafından da ateş ediliyordu mevzideki nöbetçilerin üzerine.” Bu cümleyi yazmasına yazdım ama nedense bir türlü içime sinmedi. Neden sinmediğini de anlayamadım. Cümlenin lafzına ve ruhuna defalarca baktım, sesli okudum, sessiz okudum, sonra acaba yakınındaki bir cümlenin tatsızlığı onun üzerine mi düşüyor diye önündeki ve arkasındaki cümleleri de kontrol ettim ama olmadı, bir türlü bulamadım cümledeki yanlışı. Cümle, anlattığım coğrafyanın ve o coğrafyada sürüp giden hayatın sadeliğine ve sertliğine gayet uygundu. Yine de bir tuhaflık vardı, görünmeyen, bilinmeyen, ancak ve ancak sezilebilen bir tuhaflıktı bu ve metnin ilerlemesine engel oluyordu.
“Sadece Suriye topraklarından değil, belki yedi sekiz Kalaşnikofla Türkiye tarafından da ateş ediliyordu mevzideki nöbetçilerin üzerine” cümlesini, üç dört gün boyunca düşündüm daha sonra; kendi kendime mırıldandım durdum. Acaba metnin ana müziğini mi bozuyor diye, cümledeki sesleri alıp zihnime kurduğum hassas bir terazide hem teker teker hem de hep birlikte tarttığım da oldu. Bazen de, acaba cümledeki hata bir köşeye gizlenmeyip orta yerde duruyor da bu nedenle mi göremiyorum onu, bu nedenle mi bulamıyorum diye düşündüm. Hatta ortada bir hata olmadığını düşünerek, acaba ruhumun, bir cümlenin içime sinmeyişinden kaynaklanan böyle bir acıya, böyle bir edebî azaba mı ihtiyacı var diye de düşündüm bir ara.
Dördüncü gündü sanıyorum, ben kâğıdın üstüne eğilmiş hâlâ aynı cümleye bakıyordum. İnşa edilişimde bir tuhaflık var dercesine, durduğu yerden o da bana bakıyordu. İşte o sırada ben, arama şeklimizin çoğu zaman bulmamıza engel teşkil ettiğini, bu nedenle cümleyi incelerken müziği ve söz dizimini bir kenara bırakarak daha basit ve daha hantal sorular sormam gerektiğini düşündüm. Böyle düşününce, ne söylüyor bu cümle, diye sordum kendi kendime. Bu soruyu sorar sormaz da baştan beri beni rahatsız eden cümledeki yanlışı buldum. Yanlış olan şuydu; cümle bize, mevzideki nöbetçilerin üzerine hem Suriye’den hem de Türkiye’den ateş edildiğini, dolayısıyla nöbetçilerin iki ateş arasında kaldığını söylüyordu ama cümlede yer alan nöbetçiler iki ateş arasında değildi, cümlenin sonunda duruyorlardı. Ateş edenler de nöbetçilerin üzerine değil, birbirlerine ateş ediyorlardı bu durumda. Yanlışı hemen düzelttim tabii, nöbetçileri cümlenin sonundan alıp olmaları gereken yere, iki ateş arasına koydum. Cümle romanımın 240. sayfasında şu şekilde yer aldı; “Sadece Suriye topraklarından değil, mevzideki nöbetçilerin üzerine belki yedi sekiz Kalaşnikofla Türkiye tarafından da ateş ediliyordu.”
Şimdi, bu cümledeki durumu okur fark eder mi diye sorulabilir. Bence bu düşünülecek en son şey. Her şeyden önce ben dili bu şekilde kullanmakla mükellefim. Bu cümledeki çalışma, kullandığım malzemeye (dile), kendime ve yaptığım işe saygının bir sonucudur. Okura duyulan saygının da bir sonucudur aynı zamanda. Romanımı okurken cümlenin yapısını fark eden olursa sevinirim hiç kuşkusuz, fakat fark edilmemesine hiç üzülmem. Harf meleklerini görmek bana o cümleden alacağım en büyük hazzı yaşatmıştır çünkü. Biliyorsunuz, bir cümlenin şekliyle söylediği şey bu şekilde çakıştığında, harf melekleri gelir o cümledeki harflerin üstüne konar.
Leave A Comment
You must be logged in to post a comment.