1990’larda yazar Hasan Ali Toptaş bir edebiyatçı olarak kitaplarıyla varlık gösterirken, Yıldız Ecevit, Fethi Naci gibi birkaç isim dışında, edebiyat çevrelerinde ona karsı genelde mesafeli bir duruş vardı. İstanbul dışından bir yazar olduğu için mi, yoksa ‘yazarlık rolünü’ oynamayı reddettiğinden mi, bu mesafeli duruşa pek de anlam veremiyordum. Oysa o yıllarda öykülerini ya da ilk yayımlanan romanı Gölgesizleri okuyanların, edebiyatımızda ‘kalıcı’ bir yazarın geldiğinin farkında olmamaları için hiçbir sebep yoktu. Çünkü dili kullanmadaki ustalığı, kurguyu bir anlatım aracına dönüştürme başarısı dikkat çekmeyecek gibi değildi. Neyi anlatacağı kadar nasıl anlatacağına da kafa yorduğu belliydi Toptaş’ın. Ama 2000’lerde rüzgâr tersine döndü. Hasan Ali Toptaş ‘keşfedildi’. Aslında bu bir keşfediliş değildi. Ona karsı olan mesafe ortadan kalkmış, yıllarca görmezden gelme hâli birden bire yok olmuştu. Artık övgü zamanıydı!
ASKERLİK NEDİR DERSENİZ?
Ama bu sürecin öznesi yazar Hasan Ali Toptaş cephesinde değişen bir şey yoktu. O, sadece yazıyordu. Öyledir ya zaten, bazı yazarlar kendini yazarak var eder, gerisiyle pek ilgilenmezler. Yani edebiyatın gösteriş kısmı değil, kurdukları cümlelerdir onların ilgi alanları. Toptaş da bu keşfedilişin sürecinde çok da öne çıkmadı. Kitapları elden ele dolaşırken, Türk edebiyatının Kafka’sı ilan edilirken, Gölgesizler sinemaya uyarlanırken hep mütevazı tavrını korudu. Bunun için de ‘içe kapanık’, ‘gizemli’ bir yazar portresi çizdiği düşünüldü. Oysa 90’lardan beri onu takip edenler için ortada bir gizem yoktu. Olup biten suydu: Oğuz Atay’ın “Ben buradayım sevgili okurum, peki sen neredesin?” sözünü yıllarca kendine şiar edinen yazar, okuruna kavuşmuştu. ‘Gizemli yazar’ algısına da bir anlamda 2007’de yayımlanan Harfler ve Notalar kitabıyla cevap verdi. Edebiyatla, yazıyla kurduğu ilişkinin bir özeti niteliğindeki deneme kitabında, dünyayı nasıl algıladığının izleri vardı. Bu kitaptan da anlaşıldığı üzere edebiyatın aceleyle yapılmayacağı aşikârdı. Bunun için yeni romanı Heba ile son romanı Uykuların Doğusu arasında sekiz yıl var. Uzun bir süre belki ama kitabı okuduğunuzda neden bu kadar süre biz okurları beklettiğini anlıyorsunuz. Yedi bölümden oluşan Heba, kabaca bir özetle, heba olmuş hayatlar üzerine bir roman. Kitabın bas karakteri Ziya’nın taşraya, giderek doğaya göçünü anlatıyor. Hem anlatım hem kurgu konusunda diğer romanlarına göre farklı bir yapısı var Heba‘nın. Kurgusal anlatımı biraz daha geri planda tutuyor Toptaş. Doğal olarak da öykü daha ön plana çıkıyor hissi veriyor. Oysa iyi bir biçim ve içerik dengesi var romanın. Pek tabii dili kullanma yetkinliğini yine çok iyi ortaya koyuyor Toptaş. Ama Heba‘da yaptığı bir şey daha var yazarın. Roman ile öykünün belirsizleşen sınırından çok iyi besleniyor. Yapısal olarak da yedi bölümünün her birinin kendi içindeki öz aslında bir büyük özü oluşturan parçalar gibi tasarlanmış. Lakin bu bölümler arasındaki en dikkat çekeni Sınır. Edebiyatımızın çok az olarak ilgilendiği askerlik olgusuna ayrılmış bu bölüm. Ziya’nın askerde yasadıkları anlatılıyor. Aslında Ziya’nın askerliği, bu ‘görevi’ yapmışlar için son derece tanıdık bir tablo. Kışladan içeri girince yaşanan ilk şaşkınlık, acemilik sırasında yaşananlar ve usta birliği deneyimleri… Ziya’nın haksız yere komutanlarından dayak yemesi, hakkını aramak istediğinde basına gelecekleri bilmesi ve kışlada adalete olan inancını yitirmesi ise bu hikâyedeki önemli vurgulardan biri. Çünkü erkeklerin adalet ve vicdan konusunda daha 20’li yaslarında hadım edilmesinin, yaşamlarının sonraki dönemlerinde de etkili olduğunu bilinen ama pek de altı çizilmeyen bir gerçektir. Toptaş bu gerçeğin altını çiziyor işte. Ama onun dışında kasaba ya da taşra hayatındaki dinginliğin arkasındaki karmaşaya da Toptaş incelikli bir bakış atıyor. Daha doğrusu karmaşayı anlamak için bu dinginliğin bir anahtar olduğunu görüyoruz. Bu anlamda insanın özünün pesine düsen bir hali var Heba‘nın ve Toptaş’ın çektiği fotoğrafta bu özün idealize edilenin aksine, daha gerçeğe yakın olduğunu söylemek gerek. Hasan Ali Toptaş’ı takip eden okurların bildiği gibi yazar Heba‘da edebiyat üzerinden insanı anlama, kavrama çabasına devam ediyor. Her kitabının sürprizli bir yanı olmasına rağmen bu yaklaşımından taviz vermediğini görmek insanı sevindiriyor. Belki edebiyat dünyasında ‘has edebiyatçılardan’ biri olarak anılmasının sebebi de biraz budur. Ne dersiniz?
HEBA
Hasan Ali Toptaş İletişim Yayınları, Roman 309 s.
Kaynak: http://www.sabah.com.tr/Kitap/2013/05/18/heba-olmamak-elde-degil
Leave A Comment
You must be logged in to post a comment.