Heba: Kayıp Değerler Kitabı / Şükrü Keleş
Zamanı rüyayla, düşlerle çoğaltan Hasan Ali Toptaş, Heba’da insanın niyeti, eylemi üzerine düşündürüyor –kişinin hem kendinin hem de bir başkasının yargılayıcısı olduğu bilgisini akılda tutarak-. Kitabın ruhunda, ister büyük bir şehirde isterse çepeçevre kuşatılmış sınırlarıyla kendine kapanan bir köyde yaşasın insan, yaşama yön verememesinin sessiz iniltisi hissediliyor. Heba’da kendi hakkında karar veremeyen, istemeyen daha da kötüsü kendi hakkında kararlar alsa da istese de bir türlü başkasının bakışından, yargılamasından kaçamayan insanların öykülerini okuyoruz. Kanımca kitapta, insanın gerek kendisiyle gerekse bir başkasıyla karşılaşmasında kaçınılmaz olarak bir değerin harcanacağı bilgisi üretiliyor; bu bilgi, geçmişten alınıp geleceğe iletiliyor.
Hasan Ali Toptaş ve Heba Üzerine | Koray Sarıdoğan
Hasan Ali Toptaş, hem kendi külliyatı içerisinde hem de Türk Edebiyatı içerisinde bir viraj yaratıyorHeba ile. Belirsizlik sunan tüm eserler tedirginlik de sunar, bu doğru. Ancak önceki eserlere nispeten belirsizliği geri çekmesine karşın yine de tedirginliği hat safhada tutan bir roman olarak Heba, bu sefer daha gerçek, daha karşılaşılması mümkün olan, hem bir ülkenin hem de varoluşun “sınır”larında okuyucuyu gezdirerek daha net, daha saf bit tedirginlik sunuyor.
Heba: Bir Hayat Kuramamanın Romanı
Toptaş’ı yedi yıl bekleyen okuyucu, “Heba” romanıyla buluştu. Doğrusu, buna değmiş de! Daha önceki romanlarının anlatım tekniklerinden ve özellikle dilinden epeyi izlekler taşısa da, Heba romanındaki kurgusal derinlik ve roman kişileri, daha bir etkili ve görünür kılınmış. Ya da bir başka deyişle rüyalar yoluyla kurgulanan sislendirilmiş varlık (madde), bu kez sisleri epeyi hafiflemiş ve rüyaların aynadaki suretleri daha bir somutlanmış/cisimleşmiş olarak kurgulanmış diyebiliriz. Bu durum, yazarın üretme serüveninde bir aşama olarak görülebilir.
“Heba”yı Okuyanlar İçin Bir “Gezi” Yazısı / Şâmil Yılmaz
Yazarlar kapılarını başka hayatlara, yaralanmış ruhlara ve bedenlere, kaçmak için korkuyla koşuşturanlara ne zaman açarlar? Açarlar mı? Kaçış olarak kitap fikrinden bahsetmiyorum. Daha düz, daha doğrudan bir soru: Dünyanın gecesinden kaçış arayanlara kapılarını açan bir yazarımız var mı? Soru bir tarafıyla kolay, cevabı fazla el altında duruyor; karanlığın yüreğinde de gezinseler, gecenin en derin yerine de inseler, kötülüğe ve şiddete ürkütücü bir yakınlıkla da sokulsalar yazarların yaptığı genelde böyle bir şeydir zaten; en çıkışsız mekânda bile, hatta en çok böyle bir mekânda, orada olmayan çıkışın, kurtuluşun, demek ki bir kapı fikrinin yokluğu büyük bir soru olarak kitabın merkezine oturur. Ama aradığım cevap bu ve benzerleri değil. Peşine düştüğüm daha radikal, daha beklenmedik bir jest. Daha azıyla; açılacak kapıyı hazırlayan o ilk jestle başlayarak bir kapıyı kapatalım o zaman: Hasan Ali Toptaş’ın son romanı Heba, ev sahibine teslim edilen bir anahtarla, demek ki bir daha açılmayacak olan bir kapıyla başlar. İlk ve kurucu olan jest negatiftir; bir kapıyı dışardan çekip kilitler.
Başlarken Yalnızsın, Bitirdiğinde Daha da Yalnız..
Yazmak bence bir yalnızlıktan bir yalnızlığa yolculuk. Okuru hesaba katsan da böyle bu, katmasan da. Başka bir deyişle, bir öyküye, bir şiire, bir romana başlarken yalnızsın; bitirdiğinde daha da yalnızsın. Metinlerimdeki mahşeri kalabalıkları da ben yalnızlığın başka bir biçimi olarak görüyorum. İçinde bulundukları metnin vazgeçilmez bir malzemesi ya da kurgunun temel bir parçası gibi gözükseler de (ki öyledirler, öyle kılınmışlardır), bu mahşeri kalabalıkların, ruhsal yapımdan kaynaklanan, benim bile farkına varmadığım çok daha başka nedenleri de olabilir tabii.
Hasan Ali Toptaş’la Söyleşi-Gürsel Korat
'Kendi halimce roman yazmaya çalışan biriyim ben' diyor Hasan Ali Toptaş, 'Ne yaptığımı tam olarak bilmiyorum. İlk romanım 'Sonsuzluğa Nokta'dan sonra, mekânın duyularla kavranabilir bir tanımından uzak durduğumun farkında değilim sözgelimi. Bilinçsizlik kılığına bürünmüş uzak bir bilinçle yazılıyor sanıyorum. En azından ben bunun böyle olması gerektiğine inanıyorum'